9 Ekim 2007 Salı

Borders and Orbits/Sınırlar ve Yörüngeler 01-02




SINIRLAR VE YÖRÜNGELER 01 02

AB’ye girme düşünün eşiğinde bekleyen Türkiye’nin, bu düşe kilitlenmiş en büyük kitlesini gençlik oluşturuyor. Bu gençlik aynı zamanda siyasetçilerin ve iş dünyasının da hedef kitlesi konumunda. Türkiye’nin geleceğinin güvencesi olan gençlerimiz küreselleşmiş dünyanın bütün koşullarına uygun bir eğitim almalı, deneyim kazanmalı, iletişim alanını genişletebilmeli, yaratıcılığını geliştirmeli ve projelerini gerçekleştirebilmelidir. Yararcı açıdan bakıldığında yatırımların bu gençlik kitlesi üstüne yoğunlaşması beklenir.

Sancılı bir modernizmin kalıntıları üstüne karmaşık bir post-modern sürecin içine giren Türkiye’nin siyasal ve toplumsal yapısı ve süreçleri içinde bu sorumluluk yerine getiriliyor mu? “Geleceğin yönlendirilmesinde etken olan bu gençliğin ortak kimliği ve konumu nedir” sorusu, kuşkusuz bizi öncelikle genel gelir düzeyindeki dengesizlikleri ve eğitim olanaklarını sorgulamaya yönlendirmektedir. Henüz yeterince çözülmemiş temel yapısal sorunların ötesinde gençliğin -özellikle de bu sorunları aşma gücü kazanmak için- düşünsel ve tinsel açılımlara ve zenginliklere gereksinimi var. Bu bağlamda ülkemizde üniversitelerin sanat fakültelerinde verilen eğitim özel bir anlam taşıyor. Sanat fakültelerini tercih eden, YÖK sisteminin elverdiği kadar gencimiz, daha başlangıçta farklı bir birey olmayı da seçmiş oluyor.

Nedir bu fark? Siyasal ve ekonomik düzen içinde düzeni eleştirme, yorumlama ve seçenekleri işaret edebilme bilgisi ve becerisine sahip olmaktır. Tüketim kültürünün belirlediği günlük yaşam sıradanlığı içinde insanın düş gücünün ve yaratıcı gücünün varlığını kanıtlamaktır. Yaşadığı çevrenin dışına çıkabilmek ve farklı insan gruplarıyla sanat üretimi aracılığıyla ilişki ve iletişim kurabilmektir. Büyük kitlelere bir resim, bir üç boyutlu nesne, bir fotoğraf, bir video, bir müzik ile mesaj verebilmektir. Sanat yoluyla ortak değerleri aydınlatmak, ortak sorunları irdelemek ve ortak çözümler bulmaktır.

Gençliği ekonomi ve sanayi içinde işlev edinmeye yönlendiren eğitim anlayışının egemen olduğu günümüzde, bu işlerle uğraşmayı istemek bile başlı başına bir farklılıktır. İşte gözetilmesi, desteklenmesi ve korunması gereken de bu seçimin sürdürülebilir olmasıdır.

Bilindiği gibi Türkiye sanat ortamı 1980’lerin ortasından sonra “devlet desteği ve denetimi”nden çıkarak “bağımsızlaştı”. Bu bağımsızlaşma göreceliydi; çünkü bu kez sanat pazarı ve özel sektör desteği bu bağımsızlaşmayı koşullandırıyordu.1990’lı yıllarda özel sektör ve sanatçı arasında uzlaştırıcı ve kollayıcı bir işlev üstlenen küratörlerin ortaya çıkması bir rastlantı değil, bu alışverişin sanatçı dışında biri tarafından göğüslenmesidir. Özellikle de genç sanatçıların sanat ortamına çıkışlarını kolaylaştırmak için danışmanlık ve tanıtımcılık işlevi üstlenen küratörler ve galerilerin etkinliklerini iyi değerlendirmek gerekiyor.

1980’lerden bu yana, günümüz İstanbul sanat ortamına emek veren insanlar, bu durumun bilinciyle genç sanatçıları destekleyen bir dizi etkinlik gerçekleştirilmiştir. Bu etkinliklerin kimisi halen devam etmektedir. Resim ve Heykel Müzeleri Derneği’nin “Günümüz Sanatçıları” sergileri, Tüyap’ta gerçekleştirilen gençlik sergileri ve benzeri etkinlikler, bugün uluslararası sergilere katılan birçok sanatçının ilk deneyimlerini yaşadıkları etkinliklerdir. Siemens Sanat da açıldığından bu yana, bu yönde bir bilinç ve sorumlulukla ilgisini genç sanatçılara yönlendirdi. Bunun bir göstergesi olarak Marcus Graf küratörlüğünde yapılan 14 sergide, bugüne kadar yaklaşık 110 sanatçının eseri sergilendi.

Siemens Sanat “Sınırlar ve Yörüngeler” adıyla başlattığı yeni yarışmalı dizide de Türkiye’de üniversite öğrencileri arasındaki eğilimleri bulup çıkartmaya yönelik bir kaygı gözetiyordu.

Seçici kurul olarak önümüze gelen dosyaları saatler boyunca izlerken ve üstünde tartışırken ortak bir inancımız ve davranışımız vardı: Dosyalarına ve işlerine baktığımız bu gençler çok yakın bir zamanda aramıza katılacak ve bizimle birlikte sanat üretiminin karmaşık süreçlerini paylaşacak. Öyleyse, gerçekten buna hazır olanları seçmemiz gerekiyordu.

İşler ağırlıklı olarak üç kategorideydi: Yerleştirmeler, resimler, videolar. Sümer Sayın, Erdal Duman, Mehmet Irmak Canevi, Alpaslan Karaaslan, Özgür Demirci, Serkan Demir ve Sinem Ilgıt Baykal’ın yerleştirmelerinde toplanmış ya da üretilmiş sanayi malları, günlük yaşam gereçleri; toplumsal, çevresel ya da siyasal eleştiriler için bir malzeme olarak kullanılıyor. Sibel Yıldız, Gökçe Er, Semra Karahan ve Mustafa Kula’nın resimlerinde günlük yaşam gerçeklerine değinmeler, sıradan bir gözün yakalayamayacağı ayrıntılar, hiciv ve iyimserliğin oyunları, modern ve post-modern resmin izinin sürülmesi gözlemleniyor. Semih Delil, Burak Kuyucaklı, Elif Öner, Hatice Karadağ, Kerem Ozan Bayraktar’ın videolarında teknoloji ve içerik arasındaki ilişki üstüne deneyimler, kameranın bir yanılsama aracı olarak kullanılması ve dijital görüntü ile resim arasında bağlantı kurulması gibi kaygılar izleniyor.

Bu sanatçı adaylarının işlerinde ortak bir dil, bir kimlik, bir yönlenme ya da bir başkaldırı mı aramalıyız? Yoksa günümüze özgü heterojenliği mi görmeliyiz? Eğer ortak yönler ve özellikler arıyorsak, hepsinde düzenin dışındakini keşfetme ve bulma isteğini, toplumcu bir sorumluluğu, küresellik sürecinin etkilerini ve bireysel seçimlerin vurgulanmasını görürüz. Ayrılıklar arıyorsak, bunu içerikten çok klasik desenden karikatüre, sürrealizmden post-pop’a, belgeselden animasyona, el becerisinden tasarıma çeşitli tekniklerin kullanımındaki kişisellik ve üslup belirtileri gibi üretim dilinde aramak gerekir.

Beral Madra, Mayıs, 2007


http://www.siemens.com.tr/siemenssanat


Hiç yorum yok: